Sıradaki Maç
15 Ağustos 2011 Pazartesi
Futbolda Reenkarnasyon
Bazısı, insan öldükten sonra evrende bir yer açıldığına, dünyada o esnada doğan bir kişinin de onun yerini doldurduğuna inanır. Yaşam için ne kadar geçerli olduğu inançlar arası bir tartışma konusu; ancak futbolda, -özellikle son dönemde- trajikomik örneklerle karşılaşıyoruz.
En bilineni, efsane sol açık Pavel Nedved'in emekliliğinin ardından Güney Afrika 2010 Dünya Kupası'nda yıldızını parlatan Milos Krasic oldu. Juventus taraftarı Krasic'i izledikçe o kadar heyecanlandı ki, belki yolu Türkiye'ye Fenerbahçe ile düşmek üzere olan Sırp kanat oyuncusu taraftar baskısıyla Juve yönetimi tarafından apar topar Torino'ya getirildi ve taraftar "yeni Nedved'ine" kavuştu.
İtalya'nın bir başka kentinde ise benzeri bir hareketlenme yaşanıyordu. Sürinam asıllı Hollanda milli takımının sol kanat oyuncusu Urby Emanuelson, Ajax'tan Milano seferi yaparken kendisine çoktan "yeni Serginho" etiketinin yapıştırıldığını bilmiyordu muhtemelen...
2011 yılı içersinde aynı beklenti ve hareketlenme ülkemizde de yaşandı diyebilirim. Milli takımımızın son dönem 10 numarası kimdir? sorusunu sorunca akla ilk gelen isim Yıldıray Baştürk, yerini gerek dış görünüş, gerekse oyun tarzıyla yine kendisi gibi gurbetçi ve gelecek vaadeden Mehmet Ekici'ye bırakmış görünüyor...
Gelelim Merseyside'ın kırmızı tarafına.. "Adı ağızlara alınmaması gereken kişinin" takımdan sansasyonel ayrılışının üzerinden çok geçmedi. Büyük aşkın ani finali de boğazlarda kötü bir tat bıraktı haliyle... 2010-2011 sezonunun sona ermesinin ardından Comolli ve çetesi genç yetenek avına çıktılar. Hedefte Meksika'da düzenlenen U-17 dünya kupası vardı doğal olarak.
Turnuva'nın en güçlü takımı olarak görülen, Türk oyuncuların hiç de azınlıkta olmadığı Almanya'yı yarı finalde geçen ekibin forveti olan Marco Bueno, inanılmaz istatistikler çıkarmasa da sahadaki duruşu ve fizik yapısıyla Comolli'nin gözüne girmiş görünüyor. Ancak onu bu kadar enteresan kılan sadece genç forvetin saha içi performansı değil. Bueno, ülkesinde "el Niño Torres Mexicano" yani "Meksikalı Torres" olarak tanınıyor.
Lakabın çıkış noktası Marco'nun, Fernando Torres'in Atletico Madrid kariyerine yeni başladığı dönemdeki yeniyetme görüntüsüne ve oyun tarzına birebir benzerliği. Taraftar forumlarından gördüğüm kadarıyla Liverpool'luların da tuhaf bi heyecanı var Bueno konusunda. "O asla bir Torres olamayacak, çünkü o kulübünü satmayacak!" modundalar. Kaderin cilvesi dedikleri bu olsa gerek. Henüz 17 yaşındaki genç yıldız, omuzlarındaki "Judas" yükünü taşıyabilecek mi, zaman gösterecek ancak yeni kulübü kendisiyle 2014'e kadar ön sözleşmeyi imzaladı bile.
16 Mart 2011 Çarşamba
Blog'uma Dokunma!
Neredeyse 2 hafta oldu düzenli yazamayalı. İnsanın yazarken keyif aldığı, düşüncelerini paylaştığı, günümüzün "halka açık modern günlükleri" diyebileceğimiz blog sitelerinden dünya çapında en çok üyesinin olduğu blogger'a ülkemizden erişim bir süredir engelliydi. Son 2 gündür hesabıma ulaşabiliyorum ve şayet engel kalktıysa yazmaktan, umuyorum ki sizin de okumaktan keyif aldığınız bloguma yazmaya devam etmek istiyorum. Youtube, Last FM, Fizy gibi önemli internet sitelerinin yasağını Open DNS mantığıyla halleder olduk, ancak blogger bu konudaki son noktaydı. Yasağın sebebi LigTV yayın haklarını elinde bulunduran Digitürk'ün defalarca uyarısına rağmen Blogger'a bağlı blogların üzerinden yayın yapılmasındaydı. Digitürk'ü suçlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum bu bağlamda. Sonuçta yayın hakları için milyonlarca dolar ödeniyor ve internet üzerinden o haklar hiçe sayılırcasına yayın yapılıyor. Peki burada sorumlular kimler?
Google Türkiye, yani dünya genelinde olduğu gibi ülkemizin de en popüler arama motoru http://www.google.com.tr adresi üzerinden bu canlı maç yayınları engellenmiyor aksine bu "anahtar sözcükleri" yazan herhangi bir kişi linklere zorluk yaşamadan ulaşıyordu. İkinci olarak ise Blogger. Amacı dışında kullanılan blogların engellenmesi zor olmasa gerek. Ancak kötüye kullanan kişilere gerekli yaptırımların yapılmaması sonucu zaten hazırda bekleyen sansürcü zihniyet kendinden bekleneni yaptı ve bloglara erişim engellendi. Diliyorum ki insanlar biraz daha sağduyulu davranır ve bizi "Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir." yazısını okumaya mecbur bırakmazlar.
Yasağın şuanki kalkma durumu geçici değilse ben Blogger yasağı sonlanmadan blog’umu bir başka yasağa kurban gideceğini bile bile DNS değiştirerek yazmayı, başka bir platforma taşımayı, kaçırmayı, gerçekten suçluymuş gibi “kaçak” konumuna sokmayı reddediyorum ve herkesi bu yasağın kaldırılması için birlik olmaya, ses vermeye bekliyorum. Bekleyip göreceğiz.
6 Mart 2011 Pazar
"Little Gem"
Üstteki resim '92 yılından ve haber '70lerin efsane Liverpool kadrosunun isimlerinden, İrlandalı Steve Heighway imzalı. Heighway, haberci kimliğinin yanısıra Liverpool Youth Team Academy'nin direktörü ve bir yetenek avcısıydı aynı zamanda, istifa ettiği 2007 yılına kadar. Kulübün bünyesine Robbie Fowler, Jamie Carragher, Steve McManaman, Michael Owen, Dominic Matteo, David Thompson gibi gençleri de o kazandırdı.
Gerrard'ın ismini belki yanlış yazmış, ancak yetenekleri konusunda yanılmamış. "Little Gem" diyor onun için. Ayrıca kendisi İrlandalı olmasına rağmen; "Büyük bir tatmin duygusuydu benim için" diyor, "İngiliz çocukların İrlandalıları yenmesi." Maçta golü atan Jamie Cassidy (Liverpool'da forma giyemeden takımdan ayrılmıştı) hakkındaki kısa yorumu ardından Gerrard'a geçiyor konu. "Doğal bir yetenek", "Gerçek bir Liverpool taraftarı". Tıpkı Arsene Wenger'in söylediği gibi bir yeteneğin kendini 12 yaşında dahi belli ediyor olması bir gerçek. Gerisini biliyorsunuz zaten..
27 Şubat 2011 Pazar
26 Şubat 2011 Cumartesi
Eve Dönüş Vakti
Alberto bu sene Siyah-Beyazlılar'ın 11'inin değişilmez oyuncusu ortasahanın göbeğinde. Opsiyon bedeli 16 M. € ve finans konusunda sıkıntı yaşayan Juventus'un bu denli bir bonservisi ödeyip ödeyemeyeceği meçhul şuanda. Seneye Anfield'da görebiliriz O'nu tekrar. Kenny'nin "bol alternatifli ortasaha" planında güçlü fizikli ve iyi pas yapabilen bir ortasaha oyuncusuna ihtiyacı var Liverpool'un. Eğer sakatlık belasından kurtulup oynayabilecekse dönmesinden yanayım. Bakalım yazın eve dönüşü gerçekleşecek mi, Juventus'a bonservisiyle mi gidecek, yoksa durağı kürkçü dükkanı Roma mı olacak, izleyip göreceğiz..
22 Şubat 2011 Salı
Dördüncü Kupa Gelir Mi?
1973, 1976 ve 2001... İlk ikisini görmek mümkün olmadı kendim adına; ancak 2001 finalini hatırlıyorum. Bugünkü adıyla Europa League, o zamanki adıyla UEFA Kupası'na ilgi, Galatasaray'ın 2000 yılındaki başarısından dolayı zirvedeydi. Türk sporseverlerin de hatırlayacağı bir finaldi yani 2001 UEFA finali.
Gérard Houllier'nin önderliğinde FA Cup ve Lig Kupası'nın ardından hem UEFA'nın hem de o sezonun 3. kupasına kavuşuyordu Anfield Road Müzesi, altın golle gelen 5-4'lük Alavés zaferinin ardından.
Bu Sezon Ne Oldu?
Bildiğiniz gibi takım, geçen sezonu 7. olarak tamamlamasının ardından bu sezon Europa League'de oynamaya hak kazandı. Birinci ön eleme turunda Makedonya temsilcisi FK Rabotnicki, içerde ve dışarda alınan 2-0'lık galibiyetlerle geride bırakıldı. İkinci ön eleme turunda ise temsilcimiz Trabzonspor engeli içerde 1-0, dışarda ise 2-1 galibiyetlerle aşıldı. Grup kuraları çekildiğinde rakipler şunlardı : Napoli, Utrecht ve Steaua. Kırmızılar gruptan ikinci Napoli'nin önünden lider olarak çıktı ve ikinci tur ilk maçında Çek Cumhuriyeti temsilcisi Sparta Prague'la 0-0 berabere kaldı. Liverpool turu geçmesi halinde ilk maçta Lech Poznan'ın 1-0'lık galibiyetiyle biten Lech Poznan - Braga eşleşmesinin galibiyle oynayacak son 16'da.
İddiali Ekipler
- Porto'da Hulk ve arkadaşları kupayı Portekiz'e götürmek istiyor. Sevilla'yı evlerinde zorlanmadan geçeceklerini düşünüyorum.
- Manchester City: Arap pardon İngiliz temsilcisi kupanın en iyi kadrolarından birine sahip tartışmasız. Yıldızlar topluluğu Mancini'nin önderliğinde iddiasına Aris'i geçtikten sonra da devam edebilecek mi göreceğiz.
- Napoli: Edinson Cavani, Ezequiel Lavezzi ve Marek Hamsik. Kulağa ölümcül geliyor değil mi? Serie A'nın flaş ekibi, evinde kupanın bir başka talibi ve iddialısı Giuseppe Rossi'li, Nilmar'lı Villarreal karşısında ilk maçta üstünlük sağlayamadı ve maç 0-0 berabere tamamlandı. Perşembe akşamının en keyifli maçlarından biri olacağına şüphem yok
- Ligue 1 lideri Hazard'lı Gervinho'lu Lille de kupanın iddialı ekipleri arasında yer alıyor. PSV Eindhoven maçının sonucu kaderlerini belirleyecek.
Elbette ki kupayı bu takımlardan birinin kazanacağı garanti değil ancak tartıda ağır basan takımların bunlar olduğu tartışılmaz.
Yarın oynanacak maçtan sonra neler olacak göreceğiz. Takımın son bir kaç haftadır yükselen formu ve oynanan güzel futbol "neden olmasın?" dedirtiyor. Bekleyip görelim, kim bilir belki 4 kupayla UEFA'yı en çok kazanan klüpler arasında tek başımıza zirveye yükseliriz sezon sonunda.
Edit: Kuyt'ın golüyle Liverpool turu atladı. Son 16'da, sıradaki rakip Braga.
Edit: Kuyt'ın golüyle Liverpool turu atladı. Son 16'da, sıradaki rakip Braga.
20 Şubat 2011 Pazar
Forvet Sorunu mu?
Adı Raheem Sterling..2010'un Şubat ayında £600,000'e Q.P.R'dan transfer edildi. En geç 3 seneye ilk 11'in değişmezleri arasına gireceğinden şüphem yok. O daha 16 yaşında ve yaşıtlarına göre oldukça diri. Öyle ki Dalglish onu ilk Europa League maçına götürdü bile, bu haftaki Sparta Prague kadrosuyla birlikte.
Liverpool'un geleceği için kenara çekiliyorum; videoyu izleyin ve görün. Video Liverpool genç takımının Southend United genç takımıyla yaptığı 9-0'lık maçtan. Karşısındaki defans belki en iyisi değil ancak top kontrolü ve driblingleri hayran bırakacak cinsten.
18 Şubat 2011 Cuma
Kötü Anılar
.
Dün akşamki Beşiktaş maçından sonra Dinamo Kiev'in golcüsü Andriy Shevchenko demeç vermiş yerel Ukrayna basınına. "İstanbul'da her daim güzel anılarım oldu, benim için uğurlu bir şehir." demiş. "Servet'e ve dağınık Beşiktaş savunmasına karşı oynarken iyiydi güzeldi de; Liverpool finalini unutuyorsun be paşam." derler adama. Kötü anıların bilinç altına itilmesine güzel bir örnek..
14 Şubat 2011 Pazartesi
Unutulmaz Final: Istanbul 2005
İngiliz ve İtalyanlar karma gruplar halinde tribünlere dizilmiş. Her yerden ayırt ediliyorlar. Bir Türk takımının Şampiyonlar Ligi Finali gibi bir organizasyonda rakip takımla aynı tribünde karışık halde oturmasının imkansız olacağı geliyor aklıma. Ancak bugün olay yok, herkes maçı izlemeye gelmiş. Liverpool ve Milan taraftarı, Final için özel olarak hazırlanmış atkılarını havaya kaldırmış, tezahürat ediyorlar. Heyecan ve stres hakim doğal olarak stadyuma.
İspanyol hakem Mejuto Gonzalez'in ilk düdüğü çalmasıyla Milanolular'ın çıldırırcasına bağırması arasında sadece bir dakikalık bir fark var. Duran top organizasyonunda Pirlo'nun içeri kestiği topa kaptan Maldini voleyi vuruyor ve Milan 1-0 öne geçiyor. Bir kaç dakika sonra Crespo'nun kafa vuruşunu Luis Garcia'nın çizgiden çevirmesi akın akın gelen Milan ataklarının sembolü sanki. Harry Kewell sakatlanıyor ve yerine Vladimir Smicer oyuna dahil oluyor, yine o dakikalarda Shevchenko'nun attığı gol ofsayt nedeniyle iptal oluyordu. Beklenen goller ardarda geldi; Kaka'nın aşırtma pasıyla buluşan Shevchenko pası Crespo'ya veriyor ve maç 2-0 oluyordu. Liverpool defansı dağılmıştı. Bir kaç dakika sonra Kaka yine öldürücü dribblingleriyle içeri sokuldu ve pasını ikinci golü atan Crespo'ya bıraktı. Hernan Jorge Crespo takımının üçüncü, kendisinin ikinci golünü Dudek'in üzerinden aşırtma bir vuruşla ağlara bırakıyordu ve bu ilk yarının da skoruydu: 3-0.
Oyuncular soyunma odalarına gittiler ilk yarının düdüğüyle beraber. Devre arasında ise Liverpool taraftarının gözünde bir ışık vardı, -takımına inanmak- nedir? Bu sorunun cevabını ben bu devre arasında anladım işte. Oyuncular soyunma odasındayken Rafa Benitez onlara ne söyledi daha sonra öğrendik. Ancak onlar tünelden çıkarlarken taraftarı oyuncularına asla yalnız yürümeyeceklerini hatırlatıyorlardı, son nefesle haykırarak, tüyleri diken diken edercesine... İnanmışlardı bu maçın döneceğine. Çünkü takımlarına güveniyorlardı ve inanıyorlardı. Öyle ki Milan taraftarı bile katılıyordu bu şarkıya. Sihirli bir deynek değildi bu, gerçek bir kahramanlığa çıplak gözle tanık oldu o akşam maçı izleyen 70.000 seyirci..
İkinci yarıya Liverpool, Finnan'ın oyundan çıkıp yerine Dietmar Hamann'ın girmesiyle 3-4-3 formasyonuyla başladı. Rafa her türlü riski alıyordu, çünkü taraftarı takımın arkasındaydı artık.. Xabi Alonso'yla gole yaklaştı devrenin başında Kırmızılar. Takım inanılmaz savaşıyordu ve yeni taktik işe yaramış görünüyordu. John Arne Riise'nin ortasına kafayı vuran kaptan Steven Gerrard Kırmızılar'ın ilk golüne imzasını atıyor ve farkı ikiye indiriyordu; 3-1. Kaptanın golden sonra tribünlere yaptığı hareket "maç geliyor" diyordu adeta. Oyuna sonradan giren Vladimir Smicer, kısa süre sonra uzaktan sağ ayağının dışıyla topu sol köşeye gönderiyor ve farkı bire indiriyordu: skor şimdi 3-2'ydi. Smicer'in golünden üç dakika sonra, ver-kaç yaparak cezasahasına giren Gerrard, Gattuso tarafından yere indiriliyor ve penaltıyı kazandırıyordu. Tribünler karışmıştı, böyle bir geri dönüşü en çok umut eden onlardı, haklı çıkmışlardı. Topun gerisine Xabi Alonso geçti.... Kalenin sol altına vurdu Dida kurtardı, ribaunda yetişti ve yere düşerek topu ağlara gönderdi. Evet, olmuştu. Maç 3-0'dan 3-3'e geliyordu. O anın herhangi bir tasviri yoktur. Sanki yıllardır beklediğin, özlediğin sevgilinle buluştuğunda hissettiğin bir duyguydu bu.. Dakika 60'da skorbord bu kez beraberliği gösteriyordu.
90 dakika ve uzatmaların ilk yarısında skorda bir değişiklik yoktu. 120+3'üncü dakika... o tarihi an. Sol kanattan bir orta geliyor. Shevchenko boş pozisyonda kafayı vuruyor, Dudek muhteşem bir refleksle çıkarıyor, dönen top yine Shevchenko'nun önünde kalıyor ve Dudek yine çıkarıyordu! "Evet" diyordu Dudek, "evet, maç bizim". 2 saniye içersinde gerçekleşen bu olaylar dizisi maçın Liverpool'un olduğunu resmen gösteriyordu. Son düdük geldi, kupanın galibini penaltılar belirleyecekti.
Penaltılardan önce Carragher Dudekle tartışır halde, elini kolunu sallamasının bir anlamı vardı, kupayı kazandıracak taktiği veriyordu aslında ona. Dudek, bugun hala mahallede top oynayan çocukların kaleye geçince yaptığı dikkat dağıtıcı hareketle Serginho'nun ilk penaltısını direğe nişanlamasına sebep oluyordu. Karşılıklı penaltı atışları sonunda top günün hayal kırıklığı Andriy Shevchenko'daydı. Dudek kalede bir dev gibi görünüyordu o atış sırasında. Topu Ukraynalı'ya verdi ve kalesine geçti. Rutinini tekrarladı, Shevchenko geliyordu, şutu çekiyordu...ve filmin mutlu sonu; Dudek bu penaltıyı da kurtarıyordu..Kupa 5. kez müzedeydi. Bitmişti, evet maç 3-0'dan dönmüştü. Carragher bir parçası olduğu taraftarla bütünleşmişti, Gerrard ağlıyordu, başı ellerinin arasındaydı ve taraftarı alkışlıyordu.
İstanbul'daki bu zafer, dünya futbolunun unutulmaz anlarına girdi. Çıplak gözle izleyen biri olarak ve bir Liverpool taraftarı olarak kendi ülkemde, büyüdüğüm ve yaşadığım şehirde bu ana tanık olma şerefine, takımımın 5. Şampiyonlar Ligi kupasını müzesine götürüşünü, kaptan Steven Gerrard'ın kupayı o heyecanla kaldırışını görmekten onur duyuyorum. Umarım ki Anfield'a 6. kupayı götüren Final maçını da izleme şansına sahip olurum.
Muhteşem Final maçını özetleyen en güzel video, çift tıklayın tam ekranda keyifle izleyin..:
İkinci yarıya Liverpool, Finnan'ın oyundan çıkıp yerine Dietmar Hamann'ın girmesiyle 3-4-3 formasyonuyla başladı. Rafa her türlü riski alıyordu, çünkü taraftarı takımın arkasındaydı artık.. Xabi Alonso'yla gole yaklaştı devrenin başında Kırmızılar. Takım inanılmaz savaşıyordu ve yeni taktik işe yaramış görünüyordu. John Arne Riise'nin ortasına kafayı vuran kaptan Steven Gerrard Kırmızılar'ın ilk golüne imzasını atıyor ve farkı ikiye indiriyordu; 3-1. Kaptanın golden sonra tribünlere yaptığı hareket "maç geliyor" diyordu adeta. Oyuna sonradan giren Vladimir Smicer, kısa süre sonra uzaktan sağ ayağının dışıyla topu sol köşeye gönderiyor ve farkı bire indiriyordu: skor şimdi 3-2'ydi. Smicer'in golünden üç dakika sonra, ver-kaç yaparak cezasahasına giren Gerrard, Gattuso tarafından yere indiriliyor ve penaltıyı kazandırıyordu. Tribünler karışmıştı, böyle bir geri dönüşü en çok umut eden onlardı, haklı çıkmışlardı. Topun gerisine Xabi Alonso geçti.... Kalenin sol altına vurdu Dida kurtardı, ribaunda yetişti ve yere düşerek topu ağlara gönderdi. Evet, olmuştu. Maç 3-0'dan 3-3'e geliyordu. O anın herhangi bir tasviri yoktur. Sanki yıllardır beklediğin, özlediğin sevgilinle buluştuğunda hissettiğin bir duyguydu bu.. Dakika 60'da skorbord bu kez beraberliği gösteriyordu.
90 dakika ve uzatmaların ilk yarısında skorda bir değişiklik yoktu. 120+3'üncü dakika... o tarihi an. Sol kanattan bir orta geliyor. Shevchenko boş pozisyonda kafayı vuruyor, Dudek muhteşem bir refleksle çıkarıyor, dönen top yine Shevchenko'nun önünde kalıyor ve Dudek yine çıkarıyordu! "Evet" diyordu Dudek, "evet, maç bizim". 2 saniye içersinde gerçekleşen bu olaylar dizisi maçın Liverpool'un olduğunu resmen gösteriyordu. Son düdük geldi, kupanın galibini penaltılar belirleyecekti.
Penaltılardan önce Carragher Dudekle tartışır halde, elini kolunu sallamasının bir anlamı vardı, kupayı kazandıracak taktiği veriyordu aslında ona. Dudek, bugun hala mahallede top oynayan çocukların kaleye geçince yaptığı dikkat dağıtıcı hareketle Serginho'nun ilk penaltısını direğe nişanlamasına sebep oluyordu. Karşılıklı penaltı atışları sonunda top günün hayal kırıklığı Andriy Shevchenko'daydı. Dudek kalede bir dev gibi görünüyordu o atış sırasında. Topu Ukraynalı'ya verdi ve kalesine geçti. Rutinini tekrarladı, Shevchenko geliyordu, şutu çekiyordu...ve filmin mutlu sonu; Dudek bu penaltıyı da kurtarıyordu..Kupa 5. kez müzedeydi. Bitmişti, evet maç 3-0'dan dönmüştü. Carragher bir parçası olduğu taraftarla bütünleşmişti, Gerrard ağlıyordu, başı ellerinin arasındaydı ve taraftarı alkışlıyordu.
İstanbul'daki bu zafer, dünya futbolunun unutulmaz anlarına girdi. Çıplak gözle izleyen biri olarak ve bir Liverpool taraftarı olarak kendi ülkemde, büyüdüğüm ve yaşadığım şehirde bu ana tanık olma şerefine, takımımın 5. Şampiyonlar Ligi kupasını müzesine götürüşünü, kaptan Steven Gerrard'ın kupayı o heyecanla kaldırışını görmekten onur duyuyorum. Umarım ki Anfield'a 6. kupayı götüren Final maçını da izleme şansına sahip olurum.
Muhteşem Final maçını özetleyen en güzel video, çift tıklayın tam ekranda keyifle izleyin..:
10 Şubat 2011 Perşembe
Ian Rush Hakkında Bilmedikleriniz
Bu ayki "Four-Four-Two" dergisindeki Ian Rush röportajı dikkatimi çekti ve tamamı olmamakla beraber bir kısmını sizlerle paylaşmak istedim. Bıyıklı efsane golcü hakkında bilmediklerimiz ve onun anılarından bir kesit sizlerle..
Röportaj: Leo Maynihan (4-4-2)
Everton taraftarıydı ama Liverpool formasını giydiğinde Everton'a bile acımadı. Dalglish ve Souness'la beraber, Maradona'yla karşılıklı forma giydi. Bıyıklı gol makinesi, komik anılarını FFT'yla paylaştı.
Röportaj: Leo Maynihan (4-4-2)
Everton taraftarıydı ama Liverpool formasını giydiğinde Everton'a bile acımadı. Dalglish ve Souness'la beraber, Maradona'yla karşılıklı forma giydi. Bıyıklı gol makinesi, komik anılarını FFT'yla paylaştı.
Ian Rush, rahat koltuğuna oturuyor ve ona verdiğimiz sorulara göz atıyor. İşte karşınızda Liverpool, Galler ve FA Cup tarihinin en golcü oyuncusu! Tarihin en iyileri Kenny Dalglish ve Michel Platini ile birlikle; Diego Maradona ile de karşılıklı forma giyen bu adam oldukça eğlenceli. "Bahse girerim burada bıyığımla ilgili bir soru vardır." diyor. Bu çok doğru! Herkes Avrupa'yı sallayan Liverpool takımındaki bıyık sevdasını merak ediyor. Kazanılan başarıların yanında bu kıllı durumun böylesine sevilmesine şaşıran Rush, "Keşke kestiğim zaman onu saklayıp bir kutuya koysaydım, eBay'den satışa çıkarabilirdim!" diyor. Yine de Rush'ın paylaşacağı hatıralar bıyığıyla sınırlı değil...
Manchester United ile antrenmanlara çıkmanızı babanızın engellediği doğru mu?
United bana teklif yaptı ancak ben kendi isteğimle Chester'ı seçtim. Babam sadakate inanan biriydi ve Chester'ın altyapı takımına giriş formlarını imzalamıştım. Bu yüzden United'ı reddetti. Belki de ateşli bir Liverpool taraftarı olduğu için böyle yaptı!
Souness, Hansen ve Dalglish gibi isimler siz kulübe geldiğinizde efsane olmuşlardı. İlk günlerinizde size karşı nasıl davrandılar?
İlk geldiğimde soyunma odasında Alan Hansen ile Roy Clemence'ın arasına oturdum. Onların hepsi süper yıldızdı. İlk altı ay boyunca tek bir kelime bile konuşamadım. Ne kadar az konuştuysam o kadar dalga geçtiler. En kötüleri de Kenny idi ve ondan gerçekten nefret ediyordum. Bu duygularımı ancak geçen yıl yayınladığım kitabımı okuduğunda öğrendi. Çabuk büyümek zorundaydım ve iki yıl sonra bu kez yeni gelen çocuklarla uğraşan ben olmuştum. Soyunma odası korkunç bir yerdi; ya boğulacaktınız ya da kendi kendinize yüzmeyi öğrenecektiniz. Liverpool'un tarzı buydu! Bir gün David Johnson ile konuşuyorduk. Bunu gören Ray Clemence, "Aman Tanrım! Konuşuyor" demişti. O andan sonra sonra takımın bir parçasıydım.
Liverpool'lu oyuncuların Everton'lı olduğunuzu anlamaları ne kadar sürmüştü?
Everton'a karşı oynayana kadar anlamamışlardı. Yine de Everton'a gol atmaktan çekinmedim. Goodison'a dördüncü gidişimde ehliyetimi kaptırmıştım ve Galli arkadaşım Kevin Ratcliffe beni stadyuma bırakıyordu. Koltuğumun altında maç topu vardı ve Everton'ın kaptanı özel şöförümmüş gibi beni stadyuma götürüyordu. O akşam bizi gören Everton'lılardan çok tepki aldığını biliyorum.
1980'lerin alemci futbol dünyasında fit kalmayı nasıl becerdiniz?
Alkol Liverpool'un başarısında büyük pay sahibiydi çünkü içki içmek hep birlikte yaptığımız bir etkinlikti. Takımın bir kısmı bunu abartıp çok fazla içiyordu ancak ertesi gün antrenmanda en çok çaba gösterenler de onlardı. Alkol aldığımız akşamların ertesinde antrenörler topla çalışmamıza izin vermiyordu. Sürekli topsuz koşular yapıyorduk. Bazılarımız antrenmanın ardından eve gider gitmez kusuyordu.
Siz, Souness, Kennedy, Lawra McDermott... Bu liste uzayabilir. Sizce Liverpool'daki en şık bıyık hanginizdeydi?
Souness'ınki en iyisiydi değil mi? Dolgundu. Benimki o kadar güzel değildi. Futbolu bıraktıktan sonra Amerika'ya gittiğimde bıyığımı kesmiştim. Manhattan'da yürürken adamın biri yanıma geldi ve "Bıyığın nerere Ian?" dedi. Aslında ben ona "Bir Scouser'ın Times Meydanı'nda ne işi var?" diye sormalıydım.
Napoli'nin Diego Maradona'yı sizin alternatifiniz olarak transfer ettiği doğru mu?
50 gol attığım 83-84 sezonundan sonraydı ve Napoli 5 Milyon Pound gibi büyük bir teklifle gelmişti. Daha sonra banka hesabıma 1 Milyon pound aktaracaklarını söylediler. Bu teklif karımla ilgimizi çekmişti. Liverpool başkanı Sir John Smith ile transfer dönemi bitene kadar sağlıklı bir biçimde konuşup anlaşamadık. O zamanlar cep telefonu yoktu! John ile aramız biraz bozulmuştu ancak benim için daha iyi bir teklif aradığını sonradan anladım. Napoli, Maradona'yı transfer etti ancak bana kalırsa onlar ikimizi de istiyorlardı.
Juventus'taki döneminizi başarı olarak mı görüyorsunuz yoksa hüsran mı?
Juventus'taki döneminizi başarı olarak mı görüyorsunuz yoksa hüsran mı?
Takım geçiş döneminde olmasına rağmen çok gol atmayı başardım ama insanlar daha fazlasını istiyordu. Michel Platini bir keresinde bana "doğru kulübe yanlış zamanda" geldiğimi söylemişti. Ona katılıyorum. Daha fazla gol atmak isterdim ama o şartlar altında gelişimimi başarı olarak değerlendiriyorum. İtalya'ya gittiğimde bir bebektim ve orada bir adama dönüştüm. Orada kalsaydım daha çok gol atardım ama bu gerçekleşmedi.
İngiliz olsaydınız Gary Lineker'ın yerine mi yoksa onunla beraber mi oynardınız?
Yerine oynamak isterdim. Birkaç yıl önce Bobby Robson bir yemekte yanıma geldi ve "1986 ve 1990'da yönettiğim İngiltere kadrolarında yer alsaydın Dünya Kupası'nı kazanırdık." dedi. Böylesine önemli bir adamdan bunu duymak çok güzeldi. Kazandığım lig şampiyonluklarından birini Dünya Kupası ile değişebilirim. Sonuçta beş defa ligi kazandım!
Andriy Shevchenko'ya 14 yaşındayken kramponlarınızı verdiğiniz doğru mu?
Andriy Shevchenko'ya 14 yaşındayken kramponlarınızı verdiğiniz doğru mu?
Evet. Galler'deki Ian Rush Turnuvasında gol kralı olmuştu. O zamanlar kim olduğunu bilmiyordum. Sonradan bana o ayakkabıları profesyonel kariyerine başladığında giydiğini söylemişti.
Gareth Bale'la birlikte çalıştınız. Sizce yaşına göre Ryan Giggs'ten daha mı iyi?
Gareth'ın daima harika bir sol ayağı vardı. Şimdi ise çok yönlü bir oyuncuya dönüşüyor ve dünyada ondan daha iyi bir sol kanat oyuncusu yok. Ryan'ı yakalaması için önünde kat etmesi gereken çok yol var.
Gareth Bale'la birlikte çalıştınız. Sizce yaşına göre Ryan Giggs'ten daha mı iyi?
Gareth'ın daima harika bir sol ayağı vardı. Şimdi ise çok yönlü bir oyuncuya dönüşüyor ve dünyada ondan daha iyi bir sol kanat oyuncusu yok. Ryan'ı yakalaması için önünde kat etmesi gereken çok yol var.
Kaynak: Four Four Two Dergisi - 2011 Şubat Sayısı*
9 Şubat 2011 Çarşamba
'El Niño'ya 'Elbow'..
Kulağa biraz sert gelebilir ama birisinin ona bunu yapması gerekiyordu. Torres sağ kanatta topla buluşup alışılagelen dribblinglerinden birini yapmaya hazırlandığında, karşısındaki isim Kenny'nin 3'lü stoperinin en solunda oynayan Dani Agger'di. Anlaşılan Danimarkalı bu transfere Carragher kadar profesyonel bakmamış. Agger bu tarz bir davranışı geçen sene son dakikalarda şaklabanlıklar yapan Manchester United'lı Nani'ye karşı da göstermişti. Agger'in içinde Liverpool taraftarından bir "parça" olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde.
8 Şubat 2011 Salı
6 Şubat 2011 Pazar
Yukarı, Yukarı!
Gol yemeden geçen dördüncü maç ve alınan 12 puan. Normalde tek tek maçlar öncesi ve sonrası yorum yapmıyorum ve yapmayı düşünmüyorum fakat 6 Şubat 2011 tarihi itibariyle takımda gözle görülür bir 'eskiye dönüş' söz konusu.
Futboldan azıcık 'çakan' biri Dalglish'in ve Ancelotti'nin kadrolarına baksa Chelsea'nin ilerdeki üç ölümcül forvetle maçı tek kale oynayacağını düşünürdü muhtemelen. Kenny, Ancelotti'nin haftaiçinde söylediği "Torres'i 11'de sahaya süreceğim" sözünü ciddiye almış, Anelka yada Drogba'yı feda etmeyeceğini düşünmüş ve bu üçlüye Carragher - Skrtel - Agger triosuyla cevap vermişti bu akşamüstü. Carragher her zamanki gibi ruhunu koymuştu ve inanılmaz müdahaleler yaptı. İlk yarıda Maxi Rodriguez'in Guiza'ya nazire yaparcasına kaçırdığı gol hariç net gol posizyonu pek olmamasına rağmen maç Kırmızıların kontrolünde geçti. Torres 65.dakikada oyundan çıkana kadar sahada kayıpları oynadı. Lucas'ın 90 dakika boyunca orta sahada kilit adam rolünü üstlenmesiyle ikinci yarıda da kontrollü geçen maçta beklenen gol Meireles'ten geldi ve maçı arkadaşım Ozan'la izlediğimiz Taksim'deki Irish Center'da Liverpool'lulardan başka İngiliz olmadığını anladık.
Tribünlerde de durum aynıydı. Pek bağırdığını görmeye alışık olmadığımız Chelsea taraftarı maçın başında saman alevi gibi parladı ve geri kalan sürede tezahürat olayını kale arkasındaki KOP tribününe bıraktı.
Maçın sonunda 1-0'lık galibiyetten daha önemlisi Liverpool taraftarının içindeki "umut"tu bu akşam. Hayır, şampiyonluk umudu değil, Şampiyonlar Ligi'ne kalma umudu da değil, takımın eski havasını yakaladığına dair bir kıvılcımdı bu. Kenny, geldiğinden beri ne yapıyorsa gayet iyi yapıyor ve takım gitgide ileriye ve yukarıya doğru taraftarıyla yürüyor. Ve biliyoruz ki bu takım; asla yalnız yürümeyecek.
3 Şubat 2011 Perşembe
1 Şubat 2011 Salı
2011 Model Liverpool
Luis Suarez ve Andy Carroll'ın takıma katılmalarıyla kadro yeniden şekillendi. Benim aklımdaki ideal 11 ve alternatifleri şöyle:
José Reina
Jamie Carragher Daniel Agger
Glen Johnson (Skrtel) Fabio Aurelio
(Kelly)
Lucas
(Poulsen)
Raul Meireles Steven Gerrard
Dirk Kuyt Andy Carroll Luis Suarez
(Maxi Rodriguez) (Joe Cole)
Not: Luis Suarez 7, Andy Carroll ise Torres'den boşalan 9 numaralı formayı giyecek ligin ikinci yarısında.
El Niño'ya Veda Ederken
His armband proves he was a red,
Torres, Torres...
"Youl'll Never Walk Alone" it said,
Torres, Torres...
"Youl'll Never Walk Alone" it said,
Torres, Torres...
We've got the lad from sunny Spain
He gets the ball and scores again,
Fernando Torres Liverpool's number nine..
Bu şarkıyla inledi Anfield Road tam 3.5 sezon boyunca. "A working class hero is all i want to be" demişti gelirken. Liverpool'un en şanssız döneminde geldi ancak. Buna rağmen oynadığı her maçta sonuna kadar mücadele etti, taraftarın Gerrard - Torres düosunun değişilmezi oldu.
We've got the lad from sunny Spain
He gets the ball and scores again,
Fernando Torres Liverpool's number nine..
Bu şarkıyla inledi Anfield Road tam 3.5 sezon boyunca. "A working class hero is all i want to be" demişti gelirken. Liverpool'un en şanssız döneminde geldi ancak. Buna rağmen oynadığı her maçta sonuna kadar mücadele etti, taraftarın Gerrard - Torres düosunun değişilmezi oldu.
Çıktığı her Chelsea maçında belalısı oldu Mavilerin. Bunun doğal sonucu olarak da Roman Abramovich gibi bir iş adamının takibine girdi. Gelen ilk teklif reddedildi; ancak Torres gitmek istiyordu çünkü kupa için geldiği Liverpool'da herşeye sahip olmasına rağmen kupasız kapattığı Atletico Madrid kariyerinden farksızdı şuanki konumu. Dalglish kendini Liverpool'dan üstün tutan oyuncu istemedi ve satılması yönündeki raporunu yönetime verdi.
Dün gece resmi site liverpoolfc.tv'de ilk olarak El Nino'nun Chelsea'yle görüşmelere başladığı, bir kaç saat sonra da €53M bonservis bedeliyle kulüplerin karşılıklı olarak anlaştığını yayınladı. Aynı haber başlığının altında ise Andy Carroll'ın £35M'a Liverpool'lu olduğu müjdesi(!) veriliyordu.
Duygusal yaklaşmadan düşünürsek Anfield'a "The Kid" olarak gelen Torres bugün 27 yaşında ve bahsedilen bonservis bedeli bu denli formsuz bir dünya kupası geçirmiş bir yıldız için fena değil. Ada'nın en iyi genç yeteneklerinden Andy Carroll ise Liverpool'da yıldızını parlatacak ve Suarez'le iyi bir ikili oluşturacaktır Liverpool hücum hattında.
Keşke bu şekilde objektif bakabilseydim bu transfere. Ancak bu bir Liverpool blogu ve burda Liverpool'la ilgili haberlere objektif bakma zorunluluğum olmadığını düşünüyorum. Keşke dünyanın en antipatik takımı olan Chelsea yerine kolundaki "You'll Never Walk Alone" dövmesinin ağırlığını taşıyabilecek bir kulübe gitseydi El Nino. Haftasonundaki Chelsea maçında onu mavi forma içersinde görünce neler hissedeceğimi bilmiyorum ama üzerinde tıpkı Lebron'un Miami formasının içinde, Owen'ın United formasının içinde durduğu gibi eğreti duracağını düşünüyorum. Liverpool'da bir efsanenin dönemi kapandı galiba. Umarım Chelsea forması ona uğurlu gelir ve hep istediği kupayı kaldırma şansını elde eder.
Gelelim Andy Carroll'a. Newcastle formasıyla kariyerinde sadece 41 Premier League maçına çıkmış bir oyuncu için fazla başarılı sezonlar geçirdi. "35 milyon sterlin'in ancak yarısı eder." diyor Bülent Timurlenk hakkında. Ben bir kaç sene içersinde efsaneler arasına gireceğini düşünüyorum yanında Luis Suarez olduğu süre zarfında.
2011 Ocak ayı transfer dönemi çok hareketli geçti Liverpool adına. Kral Kenny'nin önderliğinde beyaz bir sayfa açıldığını söylemek yanlış olmaz. Umarım ligin 2. yarısında yapılan bu değişiklikler Kırmızıların lehine döner ve sezon sonunda ligde hak ettiğimiz yerlere ulaşırız.
31 Ocak 2011 Pazartesi
Şimdi Nerdesin? #2 - Luis Garcia
"Screamer" ustası. Giydiği 10 numaralı formayı taşıyabilen olmadı ondan sonra. Çok büyük futbolcu değildi belki.. Ne çok güçlü, ne çok teknik ne de çok kıvraktı. Mesafe tanımadan, daha kuvvetli ayağını seçmeden, duran yada hareket halindeki topu ayırt etmeden kaleye gönderdiği şutlarla Premier Lig spikerlerinin ve tribünlerin ses tellerinde kalıcı hasar, hafızalarında ise iz bıraktı; hırsıylaysa taraftarının sevgilisi oldu. Ayrılışı ülke hasreti çekmesinden ve sakatlıklarındandı. Güzel veda etti taraftarına, taraftarı da ona...
Tam adı: Luis Javier Garcia Sanz, 1979 yılında Katalonya'nın başkenti Barcelona'da dünyaya geldi. Altyapısında futbola başladığı Barcelona'dan tam 4 sezon kiralık olarak ayrıldı. Bu kiralık sezonlarının birinde ise çalıştığı isim o dönem Tenerife'nin hocası, sonradan Şampiyonlar Ligi'ni İstanbul'da beraber havaya kaldıracağı isim olan Rafael Benitez'di. Benitez'le beraber geçirdikleri ilk sezonda 25 maçta 7 gol atma başarısını gösterdi o dönemki sol açık mevkiinde. 2002 yılının yaz ayında Barcelona'yla hala sözleşmesi varken satıldığı Atletico Madrid'in yolunu tutmasına karşın, o sezon Atletico'da attığı 9 golle eski takımının kıskacına yeniden girdi ve bir miktar ücretle Camp Nou'ya geri dönerek ertesi sezon takımın ligi şampiyon Valencia'nın arkasından 2. bitirmesine attığı 4 golle yardımcı oldu.
Sene 2004...İspanyol ağırlıklı kadroya Rafa'nın eklemek istediği yeni isim o. Eski hocasının teklifini reddetmesi zor, 6 milyon £'luk ücretle atıyor imzayı Merseyside ekibine. Takımdan ayrılan El-Hadji Diouf'tan açılan gediği kapamaya geliyor sol kanatta. Şampiyonlar Ligi'nde Juventus'a yolladığı füze akıllara kazınıyor*. İstanbul'un 2. kez fethedilmesiyle sona eren ilk sezonunu tüm müsabakalarda toplamda attığı 13 golle sona erdiriyor ki bir sol kanat oyuncusu için son derece iyi bir istatistik. Fazla başarı gösteremediği 2005-2006 sezonunda artık bir klasiği haline gelen, uzaktan attığı spektaküler golüyle Chelsea'yi FA Cup'ın dışına itiyor.** 2006 senesinde son maçı olan Arsenal maçındaki sakatlığıyla 6 ay sahalardan uzak kalacağı söyleniyor ve Liverpool formasına 121 maçta attığı 30 golle veda ediyor.
Özellikle Chelsea'ye attığı gollerle ve taraftarına olan bağlılığıyla taraftarın sevgilisi halindeydi Luis Garcia. KOP'u sallayan 100 futbolcu anketine Steven Gerrard ve Jamie Carragher'la giren tek aktif futbolcuydu o dönem. Öyle ki KOP Tribünü "You Are My Sunshine" melodisiyle kendisine şarkı bile yazmıştı:
("Luis Garcia, he drinks Sangria, he came from Barça, to bring us joy!.. He's five foot seven, he's football heaven, please don't take, our Luis away!)
Liverpool'dan ayrılırken Torres'in transferinde takas olarak kullanıldı, ve daha önce bir sezon oynadığı Simao'lu Reyes'li Agüero'lu ve Forlan'lı Atletico Madrid'e döndü. Liverpool'da oynadığı 10 numara mevkisinin Atletico'da tercih edilmemesi nedeniyle sol kanatta Simao'nun alternatifi konumundaydı ancak buna rağmen 30 maçta görev aldı ilk sezonunda. Hatta o sezon Atletico formasıyla Şampiyonlar Ligi grup maçlarında Liverpool'a karşı 2 maçta da forma giydi ve Anfield'da taraftarın alkışlarına gözyaşlarıyla karşılık verdi.
Atletico kariyerinin ardından 1 sezonluk Racing Santander kariyeri ve hala futbol oynamakta olduğu Panathinaikos kariyeri var. Türk takımlarının ilgisini nasıl çekmedi bilinmez, ancak ben kendisini Fenerbahçe formasını giyerken görmekten onur duyardım.
Klasikleşen bir post sonu yorumu daha olsun. Liverpool taraftarı onu nasıl hatırlayacak? Gol attıktan sonra oğlu Joel'a nazire yaparak emdiği başparmağıyla ve tartışmasız olarak uzaktan attığı gollerle. Umuyorum ki futbolu bıraktıktan sonra teknik direktör olarak devam ederse, taraftarın sevgilisi olduğu Anfield Road stadyumunun çimlerinde onu tekrar izleriz.
Luis Garcia vs Chelsea & Juventus
30 Ocak 2011 Pazar
Chelsea'nin Belalısı
Liverpool forması altındaki ilk Chelsea maçında sol çaprazdan Petr Cech'in sağından bıraktığı plase vuruş hala gözlerimin önünde. Chelsea taraftarı ve Abramovich kadar kimse çekmedi El Nino'dan. Takımın en kötü gittiği anlarda bile içerde-dışarda alınan Chelsea galibiyetlerinin "dökümüne" baktığımızda hep aynı isim yazıyor: Fernando Torres. Bu yüzdendir ki her sezon Chelsea'nin ilgisine maruz kaldı.
Abramovich bu hafta £35M'luk teklifle kapıyı çaldı bir kez daha. Cevap belli; her sene olduğu gibi yine hüsranla döndüler Londra'nın mavi tarafına. Atletico Madrid'den Liverpool'a kupa kazanmak ve "tam" bir yıldız olmak için gelen Torres'i kulüp daha ne kadar elinde tutabilir bilinmez ancak taraftarın gözünde Gerrard'la olmazsa olmazlardan artık.
Luis Suarez Liverpool'da
Taraftardan çok Torres'i rahatlattı herhalde bu transfer. Hispanik olmasını bir kenara bırakalım, oyun içersinde 'El Nino'ya çok şey katacağı kesin. Uzun bekleyişin ardından kulüpler €26,5M'ya anlaştı, son dünya kupasındaki performansının ardından alınabilecek makul fiyat buydu. Taraftarın yıldız transfer beklentisi sahada iyi futbol ortaya konmadan yatışmayacaktır fakat Anfield'a hayırlı olsun diyelim..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)